TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı

Önemli Bilgilendirme: Geçmiş döneme ait basın bültenidir ve güncel olmayan bilgiler içerebilir. Bültenin halen yayında olma nedeni Vakıf çalışmalarına dair arşiv niteliği taşımasıdır. Vakıf'tan bilgi ve onay almadan kullanılmaması rica olunur. (E-posta: iletisim@tema.org.tr; tema@tema.org.tr)

TEMA Vakfı ülkemizin toprak ve su kaynaklarının korunması geliştirilmesi ve verimli kullanılarak ekonomik kılınmasına dönük çabaları doğrultusunda, “üretken ve yarışmacı” bir tarımsal gelişmenin de zorunlu olduğu görüşündedir. Çünkü; hem toprak ve su kaynaklarını ekonomik kılmak hem de bu kaynakları korumak için doğru-rasyonel tarım yapmak gereklidir. Özetlenen nedenle Vakfımız tarım sektörü ve kırsal toplum sorunlarına karşı duyarlı olmayı ve çözümlemeler için katkıda bulunmayı, toplumsal sorumluluk ve ödev bilmektedir.

AB'ye üyelik sürecinde ortaya çıkan 06 Ekim 2004 ilerleme raporu ve 17 Aralık 2004 zirve kararı çerçevesinde, tarımsal sorunları çoktan aşmış Birliğin geleceğine yönelik yaklaşımlar ne yazık ki ülkemiz gerçekleri gözetilmeden, sorun çözücü senaryolar biçiminde önerilmektedir.

Zirve kararında siyasal ve ekonomik açıdan öngörülen üyelik dışı “özel statü” tarım açısından daha da ağırlaştırılmış, sürekli biçimde geçerli olacak özel istisna anlamındaki derogasyonlar öngörülmüştür. Yani tarım açısından Türkiye hiçbir zaman mevcut üyelerin sahip oldukları olanaklara kavuşamayacaktır.

Sanki yeni bir saptamaymış gibi, tarım işletmelerinin sayılarının çok, işletme ölçeklerinin küçük ve kırsal nüfusun yoğun olduğu söylendikten sonra, nüfusun işletme sayısının ve işletme ölçeklerinin Birlik standartlarına kavuşturulması istenilmektedir. Yani “İnsanlarınızı toprağından kopartın. Gerekirse kentlerde işsiz yoksul varoş yığınları daha da artsın” denilmektedir. Bu denirken kendilerinin bunu yapmak için on yıllar boyu ne kadar kaynak harcadıkları göz ardı edilmekte, kırsaldaki yoğun nüfusun ancak tarım dışı sanayi ve hizmet sektörlerinin istihdam yaratacak biçimde gelişmesi bağlı olarak azalabileceği ve bunun da yalnızca tarıma dönük politikalarla gerçekleştirilemeyeceği gerçekleri, bilmezden gelinmektedir. Üstelik böylesi makro bir yapısal dönüşümün çok büyük miktarda kaynağı gerektirdiği bilinmesine rağmen, kaynak sağlama anlamında hiçbir güvence verilmemektedir.

Tarım ürünü dolaşımının serbestleşmesi gerekçesi ile gümrük tarifelerimizin indirilmesi ve giderek sıfırlanması dayatılmaktadır. Yani ülkemiz açıkça, üstün teknoloji ile yüksek verim ve düşük maliyetle üreten Birlik ülkelerinin üretim fazlasına Pazar yapılmak istenmektedir. Türkiye toplumunun yaşamı için zorunlu olan temel ürünlerimizin kendileri ile rekabet edemeyerek, açıkça tasfiye olması dayatılmaktadır. Böylesi bir senaryonun gerçekleşmesi halinde, buğday, et, süt, şeker pancarı ve yağlı tohumlar gibi temel ürünlerimizin AB karşısında tasfiye olması kaçınılmazdır. Türkiye ancak ekolojik avantajımız olan meyve sebze, yemeklik baklagil, tütün ve koyun eti gibi kısıtlı ürünler açısından bir süre direnebilecektir. Ürün tasfiyesine bağlı olarak, küçük işletmeler de yok olacak ve korkarız işsiz yoksul milyonların kentlere işgal seferleri başlayacaktır.

Pamuk, ayçiçeği ve soya gibi birkaç üründe yetersiz düzeydeki prim desteğinden başka hiçbir ürün desteği olmadığı bilindiği halde, ürüne yönelik tüm destekleri kaldırılması dayatılarak, ekonomik ve toplumsal nedenlerle geliştirmemiz gereken üretimlerimize de engel olunmak istenilmektedir. Şu anda hiçbir girdi sübvansiyon uygulaması olmadığı halde, gerçek saptırılarak girdi desteklerinin kaldırılması önerilebilmektedir.

Kırsal alanda tarım dışı alternatif gelir kaynakları oluşturulması önerilirken, bunun gerçekleşmesi için kaynak desteğinden söz edilmemektedir.

Tılsımlı bir kavram gibi “kırsal kalkınmaya ağırlık verilmeli” denirken, kırsal kalkınmanın temel dinamiğinin destek verilmemesi önerilen tarım sektörü olduğu görmezden gelinmektedir. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odasının saptamalarına göre şimdiki OTP (Ortak Tarım Politikası) uygulama ölçütlerinin geçerli olması durumunda, yaklaşık 11 milyar euro destek kaynağı gerekirken, 2005 dahil üç yıl için ancak 1 milyar euro kaynak önerilebilmektedir. Belirtilmeye çalışılan AB koşulları aşağıdaki biçimde özetlenebilir.

Verimlilik, kalite ve üretim artışı sorunu olmayan bir topluluğun ürünlerini kolay pazarlamak için oluşturduğu yöntemler, üretimini geliştirmesi gereken bir Türkiye'ye dayatılmak istenmektedir.

Ürün fazlası nedeniyle üretimin denetlenmesi için düşünülen doğrudan gelir yaklaşımları, üretimini geliştirmesi gereken bir Türkiye'ye şablon olarak önerilmektedir.

Kırsal nüfusun ancak uzun dönemde tarım dışı istihdam sağlayacak sektörlerin gelişmesine bağlı olarak azaltılabileceği gerçeğine rağmen, hiçbir kaynak taahhüdünde de bulunulmadan kısa dönemde işletme sayılarının azalıp, ölçeklerinin büyütülmesi gibi gerçek dışı senaryolar getirilmektedir.

Açıkça; “Kapılarınızı açın.Bizim üretim fazlamızı alın. Sizin üretim yapmanıza gerek yok. Ekolojinizin avantajı olan birkaç ürünle yetinin. Üretiminizi geliştirmenize gerek yok. Temel ürünleriniz tasfiye olursa olsun. Bunları yetiştiren milyonlarınız işsiz-aşsız kalırsa kalsın. Tarımınız çökerse çöksün, biz satarız.”denilmektedir.

Türkiye bu koşullara mahkum edilemez. AB üyeliği öncesi müzakere süreci, ulusal bir mücadele sürecine dönüşmelidir. Evrensel koşulları gözeterek, onlarla birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu bilerek, ama ulusal yararı öngören ”üretken ve yarışmacı bir tarım” öngörüsünü yaşama geçirecek doğru tarım politikalarını oluşturmak zorundayız. Bunun başarılamaması halinde, kendi içimize kapanarak ve yalnızca koruma önlemleri ile yetinerek, yabancılarla yarışamayacağımızın ayırdına varmamız gerekmektedir.

,